Savaşın karanlık gecelerinden biriydi. Gazze'nin üzerine ölüm yağarken, Ala'nın kalbi uzaklardaki çocukları için sancıyla atıyordu.
Gece yarısı telefonu çaldığında, kendi kendine "Belki de bombardıman yüzünden hatlar kesildi," diye düşündü. "Belki de uyuyorlardır..." Ama içten içe biliyordu ki, çocuklarının kalplerindeki korku onun ruhunda yankılanıyordu.
Kendi etrafında dolanıyordu, sanki Yamen ona sesleniyor, Karmel ağlıyor ve ona ihtiyaç duyuyordu. Sabahı bekledi, yeniden aradı ama nafile!
Günler geçti ve Ala'nın kalbi hala o telefon görüşmesine asılı kaldı. Her gün binlerce kez denedi. Kendisi Gazze'nin ortasında, çocukları ise Han Yunus'ta mahsur kalmıştı. İşgal tankları kimsenin eve ulaşmasına izin vermiyordu.
Yetmiş gün boyunca endişe ve korku Ala'nın zihnini kemirdi. Son görüşmelerinde büyük oğlu Yamen, titrek bir sesle "Ordu babamızı esir aldı, biz seni bekliyoruz, bizi yanına almanı bekliyoruz," demişti.
Yetmiş gün boyunca Ala El-Katrawi, çocuklarının akıbetini öğrenmek için tüm dünyadaki insan hakları kuruluşlarına seslendi...
Ama bilmiyordu ki...
Yetmiş gün, koca bir ömrün acısı ve sonsuz bir kaybın habercisi olacaktı. İki aydan uzun bir süre sonra, Siyonist işgalciler Han Yunus'tan çekildiğinde, Ala çocuklarının evlerinin üzerine bombaların düştüğünü öğrendi.
Mavi gözlü Yamen,
Kadife saçlı Orkid,
Masum yüzlü Karmel,
Evlerinin etrafındaki tankların sesinden titreyen Kenan.
Hepsi şehit olmuştu.
İşgal onları katletmişti.
Ve Ala'nın bir daha kimsenin ona "anne" demesine izin vermemişti.